06 Aralık 2013

SATRANÇ

Okuduklarım hakkında yazı yazmaya karar verdikten sonra hangi kitaplarla ilgili yazabilirim diye düşündüğümde ilk aklıma gelenlerden biri Satranç oldu. Satranç uzun ve derin bir hikaye… Hikaye okumam diyenlere mükemmel bir başlangıç kitabı... Yazarının kitabı tamamlamasından kısa bir süre sonra karısı ile beraber intihar etmiş olması ise başlı başına merak uyandırıcı. Bir insan adım adım ölüme, sona yaklaşırken neler hisseder, neler yazar? Bir oyun kitaba ismini verecek kadar nasıl işlenir hikayenin içine? Satranca hiçbir zaman özel bir ilgim olmadı ama bu sorular kafamda dolanmaya başlayınca dikkatimi çekmeyi başardı Zweig’ın Satranç’ı. İtiraf ediyorum kitap kapağında yazan “Uzun Öykü” ifadesi de merak uyandırdı bende…

Bu yazıyı yazarken bir kez daha okuyorum kitabı; “İnsanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun” diye yazmış satranç için Zweig, “bilim ve sanatın arasında bir kategori” diye de tanımlamış. Satranç oyunu için bunlar doğru tanımlamalar olur muydu bilemem ama Zweig’ın Satranç kitabı için söyleyebileceğim birkaç şey var.

Satranç, bir otel odasında aylarca hapsedilip hiçbir fiziksel şiddete maruz kalmadan hiçlikle sınanan, boşlukla baş başa bırakılarak konuşturulmaya çalışılan bir adamın hikayesi. Böyle biri için sorgu odasında asılı bir paltonun cebinden gizlice alınan bir kitap tek dayanak noktası, tek zaman geçirme fırsatı olacaktır. Hikayenin baş karakteri Dr. B.’nin eline geçen ise büyük satranç ustalarının oyunlarından oluşan yazısız bir kitaptır sadece ve ona da tüm hamleleri ezberlemekten başka yapacak bir şey kalmaz. Kitap üzerinde onlarca kez çalıştıktan sonra satranç tahtası ve taşlar ortadan kalkar zihinde tek kişinin oynadığı iki kişilik bir savaş başlar. Dr. B.’nin boşlukla savaşı yavaş yavaş zihinde ortaya çıkan iki ayrı benliğin savaşına dönüşür.

Kitabın konusunun ilgi çekiciliği bir yana Zweig’ın muhteşem dili de sizi hikayenin içine hızla çekiyor, Dr. B.’nin zihninin içinde buluyorsunuz adeta kendinizi. Siz de tutkulu bir savaşa girişiyorsunuz diğer benliğinizle. Hikayenin başlangıcından itibaren yavaş yavaş artan merakınız sayfalar ilerledikçe yerini gerginliğe bırakıyor. Okudukça daha da geriliyor ve adeta bedeninizin kaskatı kesildiğini hissediyorsunuz. İşte Zweig’ın başarısı… Son sayfalarda ise aniden gevşeyiveriyorsunuz, ağzınızda müthiş bir hikayenin tadı…

Kitabı yeniden okuyup bitirdiğimde düşünüyorum, birkaç ay sonra öleceğimi bilsem ve tüm insanlığa bir eser bırakacak olsam ne bırakırdım diye. Sanırım ben insanlara mutluluk veren bir şeyler bırakmak isterdim. Öyle derin bir iz değil, suratlarda küçük bir tebessüm bıraksam yeter. Zweig ise düşündüren biri olmayı seçmiş, belki de o yüzden bu kadar etkili…


23.11.2013

Not: Forextraview Dergisi'nin 14. sayısında yayınlanmışır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder