06 Kasım 2013

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

Yazar da okuyucu da değişiyor ve bambaşka insanlara dönüşüyor zamanla…

Ece Temelkuran’la yaptığı bir televizyon programında tanıştım. Tanıştım dedimse yüz yüze değil ekrandan tanıştım. Bir dansözle sohbet ediyordu, ama öyle çoğumuzun aklındaki gibi sadece para kazanmak için bu yollara düştüğünden dans eden bir dansöz değil, dansından bahsederken gözleri ışıldayan, mesleğine aşık bir dansözle sohbet ediyordu. Programın sonunda Ece Temelkuran taktığı bir dansöz belliği ile hafifçe sallıyordu kalçasını kameraya doğru… Ve şöyle diyordu final cümlesi olarak “Emma Goldman’ın da dediği gibi dans edemeyeceksem bu benim devrimim değil…” İşte o zaman Ece Temelkuran ve Emma Goldman’ın kitaplarını alıp okumuş ve bu güçlü kadınlara hayran kalmıştım.

Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın çıktığını duyduğumda zevk alacağım bir kitap daha diye düşünüp koşarak aldım ama okumaya başlamak için acele etmedim, hemen bitmesin istiyordum bu haz.. Oysa okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda hayal kırıklığına uğradım. Fazla süslü cümleler ve cümlelere sanki zorla sokulmuş gibi duran kelimeler, “ne biçim edebiyat parçalamış” densin diye eklenmiş hissi uyandırdı bende.. Tam da bu arada Emma Goldman ve “dans edemeyeceksem bu benim devrimim değil” cümlesi giriveriyor romana, şaşırıyorum.. Sanki o da olmamış burada.. Ama hala hikayeden umutluyum, devam ediyorum okumaya.. Düşünüyorum, hikayede bir dansöz var, devrim var.. Meğer ne kadar kritik bir cümleyi yakalamışım yıllar önce.. Sanki bu romanın ilk tohumları atılmış o programda…

Aslında haksızlık da etmemeliyim, çok zekice benzetmeler ve müthiş tasvirler de var kitapta, düşündürüyor insanı… o sevdiğim tanıdıklık hissi yine var... Ve yıllarca önce okuduğum “Nietzsche Ağladığında” kitabından aklımda kalan “Tek taviz diye bir şey yoktur.” cümlesini hatırlatan ve yine çok hoşuma giden “İnsan bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırları ne kadar geçeceğini hiç kestiremiyor.” cümlesi.. Ayrıca müthiş bir Ortadoğu erkeği tasviri yapmış Ece Temelkuran 129. sayfada. Sadece Ortadoğulu erkeklere mi özel bilemiyorum ama çok ince bir gözlem ürünü olduğu kesin; “insan yeterince sevilirse böyle bir şey oluyor demek ki…” ve tabi ki güçlü kadın serzenişi “Bizim gibiler hep kendi kendini iyileştirmek zorundadır. Kimse gerçekten yardıma ihtiyacımız olduğuna inanmaz.”

Sonra Madam Lilla’nın gerçek hikayesi başlıyor. Su gibi akıyor o sayfalar, hiç bitmesin istiyorsunuz. O noktadan sonra öyle bir akış başlıyor ki hiçbir ayrıntıya takılamıyorum, konuyu içmek istiyorum.. işte beklediğim Ece Temelkuran.. Hem ben kim oluyorum ki bu kadar eleştirecek. Elime bir kalem aldım da okuduklarım hakkında yazmaya başladım diye mi tüm bu eleştirme cesareti? 

Ve tüm mutlu sonların yaptığı gibi yaşartıyor gözlerimi romanın sonu. Belki benim hikayemin de böyle güzel bitme olasılığıdır boğazımda düğümlenen..



Mayıs 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder