
Her oyununda bir kez daha hayran kaldığım Genco Erkal ve
onunla birlikte muhteşem bir performans sergileyen Tülay Günal’ın oyunlarını
seyrettim önce; tek kelimeyle olağanüstüydü. Beş Paralık Roman’ı okuduğumda da
keskin bir zekanın ve çok iyi bir gözlem gücünün ürünü olduğunu gördüm. Buraya
kadar yazdıklarımda büyük ve abartılı kelimeler kullandığımı düşünenler
olabilir ama Genco Erkal’ı sahnede izledikten ve bu romanı okuduktan sonra daha
abartılı kelimeler kullanmamak için kendimi zor tuttuğumu anlayacaklardır
sanırım…
Beş Paralık Roman’a geri dönecek olursak; Londra
sokaklarında ahlaken yozlaşmış insanların hikayelerinin birleşip,
ahlaksızlığın, dolandırıcılığın, yalanın sıradan bir hal alışıyla okuyucuyu da
içine çeken akıcı bir roman çıkmış ortaya… Zor zamanlarda para çok daha
kıymetleniyor tabiki ve sefalet ahlakı da duyguları da kolayca unutturabiliyor
insana. Önce şaşırıyor okuyucu bu kadar aç gözlülüğe… Sayfalar ilerledikçe de
sıradanlaşan ahlaksızlık ve yolsuzluğu sorgulamadan kabul eder hale geliyor
yavaşça. Doğruyla yanlış birbirine karışıyor. Yazar yalın dili ve çarpıcı
gerçeklerle ustaca hikayenin içine çekiyor sizi ve adeta o çamurlu pis ara
sokaklarda gezer gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bugüne bile uyarlanabilecek
tespitlerle etrafta dönenlerin bu kadar açıklıkla kelimelere dökülebilmesine heyecanlanmamak,
şaşırmamak mümkün değil. Aydınlandığını hissediyor insan her sayfada.
Hırsızlık, dolandırıcılık için bile insanın kafa yorması
gerek! Ve hayran olmadan edemiyor insan daha verimli hırsızlık yöntemleri
bulmak için ışıldayan zekalara, daha iyi dolandırabilmek için yapılan ince
planlara… Para kazanmanın yollarını arayan bir karakter ise dehşete
düşürüyor insanı; başlıca kazancın müşteriden sağlanacağı düşüncesinin batıl
inanç olduğunu, asıl kazanç kaynağının işçi olduğunu söylerken. Müşteri sadece
tüccara yanında çalıştırdığı işçileri sömürmek olanağı sağlamak içindir! Ve
şöyle devam ediyor: “Satıcı ücretini aldığı sürece müşterilerin dükkanı terk
etmelerini umursamazlıkla seyreder. Tek yol onu işe ortak etmektir. Onun
pençesine bir şeyler fırlatmak gerekir”. Oysa hiç yüzü kızarmadan “sosyal
kalkınma”dan ve “küçük esnafın özgürlüğü”nden de dem vurabiliyor aynı
satıcılara.
Batmak ve çıkmak arasında bocalayan iki tüccarın insanların
hayatlarıyla satranç oynar gibi ustaca ve satranç taşlarıyla oynar gibi
umursamazca nasıl oynadıklarına şahit oluyoruz ve ister istemez sorguluyoruz;
biz kimin oynadığı taşlarız acaba? Siyah olmak ya da beyaz olmak; ne kadar fark
eder, taşı oynatan sen olmadıkça?
“Hasta olan ölür, güçlü olan savaşır! Hayat böyledir!”
“İnsan insanın parası! Sömürmek için insanı olmayan kendini
sömürür!”
Not: Forextraview Dergisi 10. sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder