05 Kasım 2013

BEŞ PARALIK ROMAN

Ben Bertolt Brecht” oyununun duyurusu geldiğinde internette alışveriş yaptığım sitedeki sepetimde bir Bertolt Brecht kitabının da olduğunu hatırlayınca heyecanlanmadan edemedim. Tanışmak için geç kalmış olabilirdim kendisiyle ama hem onunla ilgili bir oyunu izlemek hem de kitabını okumak hemen sıcak bir ilişki kurabilirdi aramızda.

Her oyununda bir kez daha hayran kaldığım Genco Erkal ve onunla birlikte muhteşem bir performans sergileyen Tülay Günal’ın oyunlarını seyrettim önce; tek kelimeyle olağanüstüydü. Beş Paralık Roman’ı okuduğumda da keskin bir zekanın ve çok iyi bir gözlem gücünün ürünü olduğunu gördüm. Buraya kadar yazdıklarımda büyük ve abartılı kelimeler kullandığımı düşünenler olabilir ama Genco Erkal’ı sahnede izledikten ve bu romanı okuduktan sonra daha abartılı kelimeler kullanmamak için kendimi zor tuttuğumu anlayacaklardır sanırım…

Beş Paralık Roman’a geri dönecek olursak; Londra sokaklarında ahlaken yozlaşmış insanların hikayelerinin birleşip, ahlaksızlığın, dolandırıcılığın, yalanın sıradan bir hal alışıyla okuyucuyu da içine çeken akıcı bir roman çıkmış ortaya… Zor zamanlarda para çok daha kıymetleniyor tabiki ve sefalet ahlakı da duyguları da kolayca unutturabiliyor insana. Önce şaşırıyor okuyucu bu kadar aç gözlülüğe… Sayfalar ilerledikçe de sıradanlaşan ahlaksızlık ve yolsuzluğu sorgulamadan kabul eder hale geliyor yavaşça. Doğruyla yanlış birbirine karışıyor. Yazar yalın dili ve çarpıcı gerçeklerle ustaca hikayenin içine çekiyor sizi ve adeta o çamurlu pis ara sokaklarda gezer gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bugüne bile uyarlanabilecek tespitlerle etrafta dönenlerin bu kadar açıklıkla kelimelere dökülebilmesine heyecanlanmamak, şaşırmamak mümkün değil. Aydınlandığını hissediyor insan her sayfada.

Hırsızlık, dolandırıcılık için bile insanın kafa yorması gerek! Ve hayran olmadan edemiyor insan daha verimli hırsızlık yöntemleri bulmak için ışıldayan zekalara, daha iyi dolandırabilmek için yapılan ince planlara… Para kazanmanın yollarını arayan bir karakter ise dehşete düşürüyor insanı; başlıca kazancın müşteriden sağlanacağı düşüncesinin batıl inanç olduğunu, asıl kazanç kaynağının işçi olduğunu söylerken. Müşteri sadece tüccara yanında çalıştırdığı işçileri sömürmek olanağı sağlamak içindir! Ve şöyle devam ediyor: “Satıcı ücretini aldığı sürece müşterilerin dükkanı terk etmelerini umursamazlıkla seyreder. Tek yol onu işe ortak etmektir. Onun pençesine bir şeyler fırlatmak gerekir”. Oysa hiç yüzü kızarmadan “sosyal kalkınma”dan ve “küçük esnafın özgürlüğü”nden de dem vurabiliyor aynı satıcılara.

Batmak ve çıkmak arasında bocalayan iki tüccarın insanların hayatlarıyla satranç oynar gibi ustaca ve satranç taşlarıyla oynar gibi umursamazca nasıl oynadıklarına şahit oluyoruz ve ister istemez sorguluyoruz; biz kimin oynadığı taşlarız acaba? Siyah olmak ya da beyaz olmak; ne kadar fark eder, taşı oynatan sen olmadıkça?

“Hasta olan ölür, güçlü olan savaşır! Hayat böyledir!”

“İnsan insanın parası! Sömürmek için insanı olmayan kendini sömürür!”

28.01.2013

Not: Forextraview Dergisi 10. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder