
Bazı kitaplara zaman vermeniz gerekir. Yavaş yavaş açılır,
sayfa sayfa çeker sizi kendine. “Baba, Oğul ve Kutsal Roman” ise daha ilk
sayfada kavrıyor sizi, yakanıza yapışıp arkasından sürüklüyor. Rüya, gerçek
hayat ve yazılar arasında bir koşuşturmada buluyorsunuz kendinizi. Öyle bir dil
kullanmış ki yazar, sayfalar film karesine dönüşmüş adeta, okumuyor
seyrediyorsunuz kitabı. Tek tek roman karakterlerini bürünüyorsunuz, bir
romanın başkarakteri oluyorsunuz, bir Merve, bir Asena... Hem bir çırpıda bitirmek
istiyorsunuz, hem de bitmesin diye yavaşlamak.
Herkes okuduklarından farklı şeyler bekler mutlaka.
Romandaki başkarakter edebiyatın en heyecan verici özelliğini insanların
zihinlerinin içinden geçenlere tanık olma hissi olarak tanımlamış. Oysa ben
tanıdıklık duygusundan hoşlanırım. Okuduklarım gerçekliğe ne kadar yakınsa,
gerçekten yaşanmış, gerçekten söylenmiş olabileceğine ne kadar inandırabilirse
beni o kadar seviyorum onları. “Baba, Oğul ve Kutsal Roman”ı da tam da bu hisle
okudum baştan sona. Merve’nin de dediği gibi “İyi edebiyat deja vu duygusu
uyandırıyor galiba.” Öyle cümleler kullanmış ki Murat Gülsoy, sanki ben kurmuşum
ya da bir arkadaşımdan duymuşum az önce. Hayatın içinden cümleler, insanın
zihnindeki düşünceler nasıl romana dönüşür? İşte orda yazarın ustalığı girmiş
devreye.
Şimdiden özür diliyorum Murat Gülsoy’dan, çünkü yazacaklarım
hiç yetmeyecek bu kitabı anlatmaya. Masamın üzerinde okunmayı bekleyen bir sürü
kitap içinden ilk onunla göz göze gelip dayanamayıp okumaya başladığımı, her
elimden bırakmam gerektiğinde acı çektiğimi, yeniden elime alacağımı
düşündüğümde bile heyecanlandığımı, gördüğüm herkese “bu kitabı mutlaka okumalısın”
demek isteyip bir yandan onu başkalarından kıskandığımı söylesem biraz da olsa
anlatmış olabilir miyim ki bana hissettirdiklerini? Ya da bir daha hiçbir kitabı bu kadar
sevemeyeceğimi söylesem? İlk aşk gibi bir şey bu, hep aranan ama çabuk
yitirilen, yerine başka bir şey konamayan. İnsan bir kitaba aşık olabilir mi ki?
Hem aşk nedir? Türk Dil Kurumunun sayfasından Büyük Türkçe Sözlüğü’nde aşkın
anlamanı araştırıyorum; “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” diyor. Evet, bu bir
aşk, Türk Dili Kurumu onaylı…
Yemek eleştirmeni Vedat Milor’u televizyondan bilirsiniz. Programlarından
birinde ağzını şapırdata şapırdata yediği kebabı bitirdikten sonra mekan
sahibine şöyle diyor; “Beni üzdünüz, güzel şeylere alışmak kötü şeydir. Ben hep
bunu arayacağım.” Murat Gülsoy da beni çok üzüyor, ben hep bu kadar güzel bir
kitap arayacağım artık.
25.12.2013
Not: Forextraview Dergisi'nin 15. sayısında yayınlanmıştır.
Not: Forextraview Dergisi'nin 15. sayısında yayınlanmıştır.
Yine güzel bir kitap önerisi, en kısa zamanda okuyacağım. Yalnız, keşke blog'unu paylaşmasaydın; her yeni sayıyı heyecanla beklerken şimdi bir de sayfanı takip edeceğim. Üstelik burada çok daha fazla kitap var. Bu gidişle bir noktadan sonra kitaplarımın artan nüfusunun önüne geçmek gerekecek. Bu kalabalık beklentisi beni korkutuyor. Kindle teknolojisine mi geçsem:) Bu arada Zweig'in diğer kitaplarına da bakayım dedim, ama yazarın tahminimden fazla kitabı varmış. Üstüne üstlük kitapçılarda rastgele birkaç tane kitabı oluyor. Bu durum da beni diğer çıkmazıma götürdü. "Hangilerini seçmeliyim, varlığından haberdar olmadığım daha güzel kitapları olabilir." Neyse ki Zweig'ın Seçilmiş Öyküler seçkisi imdadıma yetişti...mi acaba, ilk önce ben de öyle sanmıştım, ama şimdi de hangi sıradan okumalıyım sorusu geliyor aklıma... :) Asıl ikilemim şu ki; "seçilmiş öyküler" tanımı biraz olsun içimi rahatlatmıştı. Demek ki yazarın en güzel eserleri bu kitapta toplanmış diye düşündüm ilkin, ama kitabın içeriğinde bir Satranç yok! Başlıktaki iddiaya güvenim sarsıldı doğrusu. Sana danışayım diyorum, ama iletişim kurabileceğimiz uygun bir kanal yok. Kişisel e-mail üstünden gitmek çok ters olmasa gerek. Bana ilk aşamada kossac@gmail.com üstünden ulaşabilirsin.
YanıtlaSilC.